13 Temmuz 2011 Çarşamba

Veled-i Zina












Bu veledin ismi ‘Selim’. Kendisi ile İnceboğaz’da karşılaştık. Bir yaşındaymış. Selim Efendi’yi ilk gördüğümüzde çakıl taşları ile oynuyordu. Ama herhangi bir çocuktan çok, ortada fol yok yumurta yokken, kendi kendilerine sanki halisünasyon görmüşcesine takılan oyunbaz kediler gibi oynuyordu çakıl taşları ile. Sonra ayaklanıyor, iki ayağının üzerinde dik duramıyor, kafayı çakıl taşlarına gömüp, kendi kendine söyleniyordu. Fotoğraflarını çekmeye başlamamla, beni fark edişi bir oldu. Pozlar verdi, laf yetiştirdi ama tüm bunları yüzünde koskocaman bir gülümseme ile yaptı.
Selim yıllardır dinlediğim ‘bebekliğim’ konusunda beni aydınlattı.
Babamın ‘veled-i zina’sı ben - sanırım kulağına hoş geliyordu bu tabir, zira ne zinası yahu, kapı gibi evlilik cüzdanları vardı bizimkilerin- hep şöyle anlatıldım kendime; ‘sen ne tatlı, ne güzel, ne beyaz bir bebektin öyle. Nasıl sakin, güleryüzlü. Kendi kendine seni bir banka bıraksak, ertesi gün gelsek aynı yerde bulurduk.Yoktan oyunlar yaratırdın kendine, oynardın saatlerce. ’ Arkasından da babam hep eklerdi ; ‘Sonra nasıl böyle oldun anlamıyorum!’…
Böyle;: konuşkan, kıpır kıpır, yerinde duramayan.
Bana bebekliğimi her anlattıklarında üzülmüşümdür. Ben nasıl sakin, sessiz, kendi halinde bir bebekmişim. Başıma neler gelmiş de, bunca konuşmaya zorunda hissetmişim kendimi, nasıl bir savunma mekanizması oluşturmuşum diye. Kendi kendime dertlenirken günlerden bir gün bi tanesi Cenap Amcam ; ‘olur mu ya’ dedi. ‘Sen kıpır kıpır, gözleri fel fecir okuyan, enerjik bir bebektin’.
Kafam karıştıydı. Anlatılan iki farklı beni kafamda bir türlü örtüştüremezdim.
Selim Efendi evvelsi gün, söz konusu kafa karışıklığını ortadan kaldırdı. Aha, işte böyle kendi halinde, gözleri fel fecir okuyan, kıpır kıpır, güleryüzlü bir şeymişim işte ben yahu dedirtti.
O zaman;
Sen çok yaşa Selim Efendi!!

Hiç yorum yok: